• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/ktdgokmen
  • https://api.whatsapp.com/send?phone=05347896126
  • https://twitter.com/Kucuktasdemir
  • https://www.instagram.com/gokmenktd/
  • https://www.youtube.com/channel/UC2oheUfhR7iDi5hqG-_1HfA?view_as=subscriber
Site Menüsü
Linkler
Site Haritası

Karia Yolu - Bozburun

 
 Yola Çıktık

Doğayı trekkingle keşfet
 
Gökmen Küçüktaşdemir / www.yolciktik.com
 

Karia yolu rotamız:

Marmaris, İçmeler, Turunç, Amos, Kumlubük, dağda kamp, Çiftlik koyu, Bayır Köyü-Söğüt- Bozburun- Selimiye- Şelale, Kastabos, Hydas Kalesi, Piramit mezar, Orhaniye - Kızkumu- Hisarönü- Marmaris


 
Gün boyu bir koşuşturmanın içindeyiz. İş, toplantılar, yol, ev, faturalar... Hiç bir şeyin tam manasıyla tadını çıkaramıyor, gün boyu dolan zihnimizi boşaltamıyoruz. O da doldukça doluyor, her geçen an daha çok stresle birlikte yükleniyor. Günlerimiz güzel bir çiçeğin kokusunu içimize çekmeden, doğanın güzelliklerini yeteri kadar yaşayamadan, yıldızları gözlemleyerek hayal kuramadan geçiyor. Tam da bu noktada kendimize bazı kaçamaklar yaratmamız gerektiğini düşünüyorum. Ben bunu yapabilen şanslı azınlıktanım. Geçtiğimiz günlerde sırtımda çantam, çadırım, uyku tulumum ve matım ile tam bir kaplumbağa edasıyla 10 gün süren bir yolculuğa çıkmanın keyfini yaşadım..
Yolda olma hali, yeni insanlarla tanışmak, yeni bir yer keşfetmek ve dahası nefes alıp verdiğim her anı gördüğüm güzelliklerle birlikte hissetmek inanılmaz güzeldi. İtiraf etmeliyim ki ilk 2 gün zorlandım. Ama bunun bedenimin ham olmasından kaynaklandığını da biliyordum. Sonrasında geride bıraktığım her yükselti, geçtiğim her patika, ulaştığımız her yeni nokta sanki bir başarıya dönüştü. Dağlar aşıp, ormanlardan geçip, birçok hayvanın arasından süzülüp çadırınızı her kurduğunuzda şükrediyorsunuz varmanın hazzını hissederek ve yorgunluğunuzu geride bırakıyorsunuz gecenin ilerleyen dakikalarına doğru. Eğer siz de trekking yapmak istiyorsanız ilkbahar ve sonbahar aylarını kaçırmamanızı öneririm. Ve yerinizde olsam bu güzel yolculuk için dolunayın gökyüzünde hakim olduğu günleri seçerim.

HAZIRLIK ÖNEMLİ

Hareket vakti öncesi heyecanlı ve hummalı bir hazırlık oldu. Hava durumuna baktıktan sonra öncelikle etabı iyi belirlemek, gidilecek noktaları tek tek tespit etmek, güzergah üzerinde karşılaşılacak durumlar için a, b ve c planları hazırlamak gerekiyor. Yürümekten ve spor yapmaktan hoşlanmıyorsanız, kendi içinizde bir disipline sahip değilseniz, aksi ve sürekli şikayet eden bir yapınız varsa hiç bulaşmayın derim. Hem kendinizi hem de sizinle birlikte yürüyenleri üzersiniz. Ben bile çok sabırlı olmama rağmen böyle uzun bir mesafeyi yürürken ilk günlerde kendimi koşullar nedeniyle birçok kez söylenirken bulduğumu belirtmeliyim. Allah'tan partnerim olan kardeşim çok iyi bir rehber, yolculuğa çok iyi hazırlanmış ve sabırlı bir kişilik olarak hep yanımda durdu, bana güç verdi.
Kardeşim Gürkan'la yolculuğumuzu Marmaris'ten başlatmaya karar verdik. Rotamızı Bozburun yarım adasının içinde yer alan; yerleşim merkezlerine, birbirinden güzel koylara, antik kentlere ve kimsesiz kamp alanlarına çevirdik. Marmaris'ten sonra İçmeler ilk durağımızdı. Daha sonra sırasıyla rotamızda Turunç, Amos, Kumlubük, Çiftlik koyu, Bayır Köyü, Söğüt, Bozburun, Selimiye- Şelale - Kastabos - Hydas Kalesi - Piramit mezar, Orhaniye - Kızkumu, Hisarönü vardı. Son durak yine başladığımız nokta olan Marmaris'ti.



(İçmeler)

 
TOPLAM 70 KM
 
Güzergahımız Karia Yolu'nun bir bölümünü oluşturdu. Aslında adını antik çağda burada yaşamış Karia medeniyetinden alan yol, Muğla ve Aydın illerini kapsayan yaklaşık 800 km'lik bir trekking rotası. Bölge kendine özgü mimarisi ile çok sayıdaki köyden, el değmemiş koylardan, zeytin, keçiboynuzu ve badem ağaçları ile dolu tepelerden ve irili ufaklı, kimisi sadece yürüyerek ulaşılabilen antik kentlerden geçmekte. Biz de bu yolun 10 günlük bölümünü yani yaklaşık 70 kilometresini yürüdük, bir kısmını da otostop çekerek ya da minibüs kullanarak geride bıraktık.
Karia medeniyetinin bıraktığı izlerin peşinde, bilindik turistik merkezlerinin arka bahçesinde, koyların mavisinden tepelerin yeşilliklerine, kıyıların turistik kasabalarından dağ köylerine, patikalardan taş döşeli kervan yollarına, Akdeniz'den Ege'ye, geçmişten günümüze uzanan kültürel, tarihi ve doğal güzelliklerle dolu bir yolculuk karşıladı beni.
 


İLK GÜN MARMARİS - İÇMELER - TURUNÇ
 
İzmir'den yola çıkıp özel aracımızla Marmaris'e yaklaşık 4 saatte geldik. Yolda sonbaharı karşılayan yağmur damlalarıyla karşılaştık. Elimizdeki hava durumunda ilk 3 günümüz yağmurlu gözüküyordu ve sağanak yağışla başlıyordu. Bu nedenle otelde kalıp Marmaris'i gezerek geçti ilk günümüz. Marmaris bana hep çok düzenli ve cezbedici gelmiştir. Türk turistten çok yabancılar vardı merkezde. Hava kararırken, yağmur fırtınayla beraber sokakları dövmeye başladı. Otele kendimizi zor attık. Ertesi gün sabah erkenden kalktığımızda ise hava çok güzeldi. Marmaris'te arabamızı bıraktıktan sonra otoyol kenarından 1.5 saat uzaklıktaki küçük ve sevimli bir kasaba olan İçmeler'e yürüdük. Tırmanışa başlangıç noktası için, İçmeleri baştan sona geçip Gölenye Caddesi üzerindeki start noktasına geldik. Hemen söylemeliyim burayı bulmak zor. Orda yaşayanların bu noktadan haberi bile yok.


 
İŞARETLER ÖNEMLİ
 
Karia yolunda trekkingcilere her yıl tazelenen işaretler yol gösteriyor. Beyaz ve kırmızı çizgiler, "baba" adı verilen üst üste konmuş taşlar, ok işaretleri, kırmızı yuvarlaklar içine çakılan kazıklar ve birçok noktadaki modern yol levhaları kılavuzunuz oluyor. Biz de ilk kırmızı beyaz çizgilerimizi görünce doğru yolda olduğumuzu anladık. Ve o andan itibaren dik bir patikadan yukarı doğru yürüyerek tırmanmaya başladık. 2 -3 saat sonra zirveye yaklaşmışken aşağıda gördüğümüz manzara muhteşemdi. Dağların ve ormanların arasında aşağıda Turunç belirmişti. Harika bir sahil kasabası. Daha önce bir kez oraya yolum düşmüştü. Sahip olduğu doğal güzelliğe ve denizine bayılmıştım. O an bu güzelliği bir de uzaktan dağların arasından görmüş oldum. İnişe geçmeden birkaç dakika önce verdiğimiz mola sırasında yağmur başladı ve biz eşyalarımızı toparlarken birden hızlandı. Neyse ki yanımızda pançolarımız vardı. Onları giyip hem kendimiz hem de eşyalarımızı korumaya aldık. Yağmurla kayganlaşan zeminden yavaş yavaş aşağı inerek Turunç'a vardık. Yaklaşık 7 saat süren yürüyüşün ardından merkezine geldiğimizde yağmur da durmuştu. O gecenin de yağmurlu olacağını bildiğimiz için yine bir apart otelde kaldık. Kaldığımız otelin manzarası muhteşemdi. Deniz ve kumsal tam önümüzdeydi. Hemen karşımızda ve yan tarafımızda indiğimiz dağlar yer alıyordu.

  



ERKEN KALKAN YOL ALIR

Eşyalarımızı odamıza bırakıp fazla oyalanmadan Turunç'un nefis denizinin tadına bakmak için kumsala indik. Kumsalda çok az insan vardı. Saatlerce yaptığımız yürüyüşten sonra deniz bir ödül gibi geldi. Yağmurda denize girmenin hayalini kursak da bunu yaşayamadık. Biraz yüzdükten sonra odamıza döndük. Akşam yemeğinden sonra yarınki rotamızı gözde geçirip müzik eşliğinde kitap okuduktan sonra hemen yattık. Çok yorulduğumuzu yatar yatmaz hissetmiştik. İlk günün bende bıraktığı ders şuydu: Erken kalkan çok yol alır. Evet zamanı iyi ayarlamalısınız ki günü kaçırmayın. Oteli ya da çadır kuracağınız alanı karanlıkta aramayın.
 
 
 
YANINA ALMAN
GEREKENLER
 
- Bot
- Tozluk
- Baton
- Çanta
- Tişört
- İç çamaşır
- Şapka
- Çadır
- Uyku tulumu
- Mat
- Tepe feneri
- Su ve yiyecek
- Kampçı tüpü
- Harita ve pusula

 
NOTLAR:
 
- Yanına çizdiğin rotaya göre 2 en fazla 3 günlük yiyecek al. Yol üzerindeki yerlerden kalan günler için alışveriş yap. Çantanda fazladan ağırlık olmasın.
- Çadırın hafif ve 4 mevsimlik olmalı.
- Her gün için yanında en az 3 litre su olmalı.
- Cep telefonun ve fenerin için yanına yedek pil almalısın.
 

 
KARİA YOLU

Karia Yolu, Muğla ve Aydın illerini kapsayan Türkiye’nin en uzun mesafeli - yaklaşık 800 km- trekking rotasıdır. Antik Karia bölgesinin sınırlarını kapsayan yürüyüş rotası Marmaris İçmeler'den başlayıp Bozburun ve Datça yarımadası, Gökova Körfezi Milas ve Beş Parmakların etrafını dolaşarak Alinda Antik kentinde son bulmakta... Bu parkur Amos, Loryma, Knidos, Idyma, Halikarnassos, Pedessa, Labranda, Heraklea Latmos ve Alinda gibi çeşitli antik kentleri de görme imkanı sunuyor. 
Türkiye’nin güneybatısında Büyük Menderes Nehri ile Dalaman Çayı arasında kalan bölge M.Ö. 2 bin yılın sonlarından itibaren Karia olarak bilinir. Likya ve diğer çağdaş kıyı medeniyetleri gibi Karia kalıntıları Akdeniz ve Ege denizi boyunca hem bazı Yunan adalarında hem de bölgenin dağlık iç kısımlarında görülür. Köy hayatı hala bağcılık, zeytin ve balıkçılığa dayanır. Kıyılık Karia bölgeye kolay ulaşımı sağlayan uluslararası Dalaman, Bodrum ve İzmir Havaalanları ile önemli bir Turizm merkezidir. Bölge ayrıca “ Mavi Yolculuk” olarak adlandırılan yelkenli ahşap yat turlarının limanlar arası sularda tur yaptığı en önemli bölgedir.



(Turunç'tan sonra ilk büyük mola)
 
Farklı bir deneyim
için hazır olun
(Amos, Kumlubük, dağdakamp ve Çiftlik koyu) 


 


Buda, "Her şey değişir, değişim etkileşim yaratır..." demiş. Yürüyüşümüzün ikinci günü genellikle belleğimde bunu sorgulayarak geçti. Bu yürüyüşle birlikte neyi değiştirmeye çalışıyordum? Etkilenecek olan neydi? Yol uzundu ve düşünecek çok vakit vardı. Eşyalarımızı toplayıp sabah 09.30 gibi Turunç'tan çıktıktan sonra Amos Antik Kenti'ne doğru yürüyüşe geçtik. Biraz geç kalmıştık. Daha erken yola koyulabilirdik. Dik bir yamaçtaki işaretleri izleyerek dar bir patikadan saatlerce tırmandık. İşte o tırmanış yürüyüşle ilgi aklımdaki soruların çoğalmasına neden oldu. Cevabı çok basitti aslında. Bedenim çok zorlanmıştı. Ve ilk günkü gibi çabuk yoruluyor ve çok mola veriyorduk. Yani kaytarmak için bir yol arıyordu aslında zihnim. Ama vazgeçmeyecektim ve elbette sorgulamayı da sürdürecektim.



(Amos)

SANIRIM KAYBOLDUK!

İlk düzlük alana geldiğimizde saat 13.00'tü ve ilk büyük molayı vermemizin zamanı gelmişti. Bu molanın bir nedeni de yolu gösteren başka bir işaret bulamayışımızdı. Sonra hemen haritalar ve GPS açıldı. Yeni işaretin nerde olabileceğine baktık. Ve bir gördük ki aslında farklı ve daha kestirme olabilecek bir yoldan yukarı çıkmışız. Tam o sırada karşıdan gelen 4 kişi gördük. İki Alman turist bize yaklaşıp yolu sordu. Biz de onlara henüz bulamadığımızı anlattık. Onlardan diğerlerinin yanına döndüler ve 250 metre uzağımızdan ormanın içine daldılar. Arkalarından gidip baktığımda işaretleri buldum. Doğru yolu bulmuşlardı. Sayelerinde biz de zaman kaybetmedik. Biraz daha tırmandıktan sonra inişe geçtiğimizde, aslında inişlerin daha yorucu olduğunu bir kez daha anladım.
Turunç'tan Kublubük'e giden asfalt yola indiğimizde Amos kentinin tabelaları ile karşılaştık. Girişteki ağaçların altında dinlendik. Antik kentte tiyatro, tapınak, sarnıç ve yapı terasları olduğu ifade edilmiş. Ama geriye kalan daha çok amfi tiyatroydu. Çok büyük olmamakla birlikte güzel bir manzaraya sahip olduğunu söyleyebiliriz. Hızlı davranıp biran önce Kumlubüke varmamız gerektiği için manzaraya fazla takılmayıp yola koyulduk. İlk çadırımızı kurmanın heyecanıyla yol aldık. Saat 17.30 sıralarında sahilde çadır kuracak bir yer arıyorduk. Nitekim harika bir yer bulduk.







(Kumlubük)

ÇADIR KOMŞUMUZ OLDU

Bu arada Antalya'dan motorlarıyla gelen ve bize asfaltta yürüdüğümüz dakikalarda kamp kurmak için yol soran 2 gençle kumsalda komşu olduk. Onlar da kıyıları geziyorlarmış. Bu arada kumsal dediğime bakmayın küçük taşlardan oluşan bir sahil. Denizi ve manzarası muhteşem. Çadırımızı 15 dakikada kurup kendimize denize attık. Biraz yüzdükten ve dinlendikten sonra akşam yemeği saati gelmişti. Arkadaşlarımız ateş yaktı, biz de "hazır yakılmış ateş kaçırılmaz" diyip sucuklarımızı onlarla pişirip biz güzel yedik. Bu sırada içlerinden birinin yeni boşanmış olduğunu ve yolculuklarının bir kafa dağıtma operasyonu olduğunu öğrendim. Dolayısıyla kadınları çekiştirmeden duramadık. Evliliğin ne kadar gerekli olup olmadığını sorgulayıp geceyi tamamladık.



(Kumlubük)

Sabah bizi öpücükle uyandıran bir kadın yoktu yanımızda. Şimdi bu iyi bir şey miydi diye düşünürken kahvaltı yapıp hemen yola koyulmamız gerektiğini anımsadım. Bu kez erken kalkmıştık. Çadırımızı kaldırıp hazırlandık, tek eksiğimiz suydu. Arkadaşlardan bir şişe su almamıza rağmen almamız gereken 7 litre daha vardı. Tek su satan yere gittik. Burası bir oteldi ve duyduğumuza inanamadık. Bir büyük şişe için 7 TL dediler bize. Pazarlık bile etmediler. Mecburen aldık suları.
(Bu gibi yolculuklarda karşımıza çok farklı insanlar çıkabiliyor. Gece ve gündüz gibi olabiliyorlar. Birkaç gün sonra uğradığımız Çiftlik koyundaki otelde su için bizden hiçbir ücret alınmadı. Üstelik oteli geç terk edip denizden daha fazla yararlanmamız sağlanırken, bize bir de araç bulundu ve kaybettiğimiz zamanı araçla kapatmamız sağlandı. Bu dünya bugün hala yaşanabilir bir haldeyse otel müdürü Numan Altıntaş gibi iyi ve güzel insanların sayesindedir. Ve aslında olay su değildir. Olay bakış açısıdır.)



KEÇİLER YALNIZ BIRAKMADI 

Kumlubük'ten ayrıldıktan sonra yeni patikalar aşıldı, yüzlerce ağaç geride bırakıldı, harika manzaralar yolumuzun üstünde akmaya devam etti. İlk kez dağ keçileri ile bu yolda karşılaştık ve daha sonraki günlerde de onlarla arkadaşlık ettik. Bizi hep uzaktan izlediler. Yaban domuzlarıyla karşılaşmaktansa keçiler çok daha iyiydi elbette.





Uzun süren yürüyüşün ardından saat 16.00 gibi bir dağın tepesindeki 2 numaralı kamp yerine geldik. Aşağıda nefis bir koy vardı ama oraya inmek ve tekrar ertesi günü çıkmak zorunda kalacağımız için kendilerini hayallerimizde bırakıp dağda kalmayı seçtik. Bu hem bize saatler kaybettirecek hem suyumuzun azalmasına sebep olacak hem de dağda kalmanın tadını çıkaramamamıza neden olacaktı. Çadırımızı kurmak için az rüzgar alan bir yer seçip, alanı temizledikten 20 dakika sonra yerleşmiştik kamp yerine tamamen. Şimdi güzel bir kamp ateşi yakmanın tam zamanıydı. Biraz çukur kazıp etrafını taşlarla çevirdiğimiz alanı ağaç parçalarıyla doldurduk. Artık ısınmamızı, yemeğimizi yapmamızı, çayımızı ve kahvemizi hazırlamamızı sağlayacak kıvılcımı ateşlememiz yetecekti. Ateş bizi yabani hayvanlardan da koruyacaktı. Orda olmaktan, dolunayın aydınlattığı gecede uzaktan da olsa dalgaların sesini duymaktan ve kardeşimle vakit geçirmekten hayli mutlu oldum. Birlikte ateşin önünde çocukken oynadığımız gölge oyunlarından hayallerimize kadar pek çok şey konuştuk. Geceleri iki kişilik çadırımızda sorunsuz bir şekilde uyumaya alışmıştım. Benim gibi 1.85 boyundaki bir adam için çadırın büyük önem taşıdığı sanırım kuşku götürmez bir durumdur. :)        
Ertesi gün yaktığımız ateşin koru hala içten içe yanıyordu. Çay için hemen değerlendirilmeliydi ki biz de öyle yaptık. Toplandıktan sonra ateşi söndürüp yola koyulduk.





Dik bir tırmanışın ardından yol üzerinde başka kamp yerlerini geçtik. Yürüdüğüm en güzel patikalar bu yol üzerindeydi. Aşağıda birbirinden güzel ve bakir koylar vardı. İşaretleri takip ederken Kızılderililer geldi aklıma. Bildiği gibi çok iyi iz sürücüleridir. Yapılan bir araştırma, bu kabiliyetlerinin önemli bir kısmını saçlarından aldıklarını ortaya koymuş. Vietnam savaşında Kızılderilileri orduya alan ABD yetkilileri, onların saçlarını kesince yeterli performansı gösteremediklerini gözlemlemiş. Saçları uzun olduğundan mı bilinmez erkek kardeşimde iyi bir iz sürücülüğü yaptı yolculuk boyunca. Dikkatimi çeken şeylerden biri de bizim geçtiğimiz yolları en çok avcıların kullanmasıydı. Her yerde boş kovan görmek mümkün.    
 
ROTADAN SAPTIK

Yol üzerinde dağın tepesinde, sanki ağaçlar tarafından gizlenmek istercesine etrafı örülmüş bir su kaynağıyla buluşmak bizi çok mutlu etti. Hemen doyasıya su içip biten pet şişelerimizi doldurduk. Saatler sonra bunun önemi anlayacak ve "İyi ki biten şişleri atmamışız ve suyu bulmuşuz" diyecektik. Çünkü Çiftlik koyuna inmek için rotamızdan saptık. İşaretlerden tamamen uzaklaşıp biraz da hayatımızı riske atarak iki dağın arasındaki bir yarmadan aşağı inmeye başladık. Boyumuzdan büyük taşlardan oluşan vadi içinde yol almak oldukça güçtü. Birçok yerde sırt çantalarımızı indirmek ve bazen de iple onları sarkıtmak zorunda kaldık. Bu saatler süren bir yolculuktu. Bir an kulağımıza gelen jetski ve çocuk sesleri ile denize yaklaştığımızı düşündük ama nafileydi. Daha önümüzde saatler sürecek bir yol vardı. Harcadığımız efordan dolayı o kadar çok su tükettik ki, bir süre  sonra suyumuz tükendi. Hemen ardından da büyük bir uçurumla yüzleşmek zorunda kaldık. O an yolculuk boyunca çok korktuğum iki andan biriydi. (Diğeri de uğradığımız arı saldırısıydı.) Neyse ki alternatif bir yol bulduk ve kurtulduk. Saat 17.30 gibi deniz kenarına inmiş, saat 18.30'da bir otel ayarlayıp yorgunluğumuzu Akdeniz'in ılık sularında atmaya başlamıştık.     



Kaldığımız otelin müdürü bize çok yardımcı oldu. Günler sonra otelin restoranında hazır yiyecekler ve konserveler dışında bir şeyler yemenin mutluluğunu yaşadık. Normalde otel müşterilerinin 12.00 - 13.00 gibi ayrılması zorunluyken bize saat 15.00'e kadar müsaade etmişlerdi. Biz yine de saat 14.00'te sabah ve öğle yemeğini halletmiş, denizin tadını çıkarmış bir şekilde yolculuk etmeye hazırdık. Bu arada ruhum disipline olurken, bedenim de değişime açılmış kilo kaybetmeye başlamıştı. Bu benim için güzel bir şeydi. Fazla kilolar atılmalıydı.  
 



Notlar:

- Yemeklerinizi, çayınızı ve kahvenizi yapabilmeniz için yanınıza bir büyük kamp tüpü ile ocağını almanız iyi olur. Kampçılar için hazırlanan küçük bir tencere ve orta boy bir cezve de işinize yarayacaktır.
- Çadırınızı kurmadan altını temizlerseniz taçların üzerinde yatmamış olursunuz.
- İşaretleri koyup yolu takip etmemizi sağlayanlara binlerce kez teşekkürler. Lakin inişlerden ya da tırmanışlardan sonra önümüze çıkan düz arazilerde de işaretler görünür olabilirse seviniriz. Hem işaretlerin yanında bir iki motive edici söz olsa ne güzel olur. "Yürü be koçum az kaldı kamp yerine", "Biraz daha sık dişini, kumsal çok yakında" gibi :)
- Mümkünse dağcılık ve ilk yardım eğitimi alınmalı uzun bir yolculuk öncesi.
 
  
(Bayır - Yaşlı çınar)
 

Dağlar sizi bekliyor

(Rota: Bayır Köyü-Söğüt- Bozburun- Selimiye- Şelale, Kastabos, Hydas Kalesi, Piramit mezar)


 
(Söğüt)

Karia yolundaki 6. günümüzde genellikle yatçıların uğrak mekanı olan Çiftlik koyundan ayrıldık. Otelde çalışanlardan birinin aracıyla Bayır köyüne vardık. Köy meydanında 1880 yaşındaki bir çınarın altında çaylarımızı yudumlarken Söğüt dolmuşlarını bekledik. Böylece pazara gelen o günü dinlenerek ve çok yorulmadan geçirmiş olduk. Yaşlı çınarın gölgesi masal gibiydi... Uykuya davet ediyordu serinliği ve yaydığı huzur. Küçük bir mola için harika bir yerdi. Hemen karşısındaki çeşmeden sularımızı doldurduk. Ortamın büyüsüne fazla kapıldık sanırım. Dolmuşu kaçırmışız. Saat 17.45 arabasına bine bildik.



(Bayır - Çeşme)

Söğüt köy iki mahalleden oluşuyor. Biz sahil kısmında indik ve yeniden Karia yoluna çıkıp izleri gördük. Deniz kenarından biraz yürüyerek kendimize çadır kurmak için uygun bir alan aradık ve sonunda bulduk. Yan tarafımızdaki arsayı İstanbul'da yaşayan bir genç almış. Hemen denizin dibindeler. Kuzeniyle birlikte arabayla gelip çadır kurmuşlar. Biz çadırımızı kurarken onlar zıpkınla dalıp tuttukları balıkları temizliyorlardı. Çadırımızı kurup yemeğimizi yedikten sonra denize girmek yerine, biz de komşularımızdan dolayı gaza gelip kardeşimle yanımızda bulunan oltalarla balık tutmaya karar verdik. Ama doğa buna müsaade etmedi. Fazla kayalık vardı. Ve oltamız kayalara takılıp koptu. (Daha önce Turunç'ta ve sonrasında Kızkumu'nda benzer girişimlerimiz oldu ama her seferinde elimiz boş döndük. İşte hep bunlar kısmet :))







(Söğüt)


KURTARICI KAPLUMBAĞA
 
Gece güzel bir uyku çekip sabah erkenden kalkıp kahvaltımızı yapıp yola düştük. Çok iyi dinlenmiş olmanın verdiği güçle uzun bir süre deniz kenarından yürüdükten sonra tırmanışa geçtik ama yolda ilginç bir şeyle karşılaştık. Zengin bir amcamız koca bir araziyi alıp çevresini de çitle çevirmiş. İçerde de köpekler var. Yani tarihi Karia Yolu istila edilmiş. Neyse çalışanlardan birinden rica ettik ama o korkudan geçmemize izin vermedi. Geri dönsek çok yürüyeceğiz ve ne ben ne de kardeşim geri dönmek istemediğimizden başka bir çalışandan yardım istedik. Neyse ondan izini kopardık. Çıkışa kadar bize eşlik etti. Güler yüzlü, kendinden emin bir adamdı. Bir kez daha gördük ki hayatı kolaylaştıran ve güzelleştiren insanın ta kendisi.    






(Selimiye)

Yol uzundu ve devam etmemiz gerekiyordu. Biz de öyle yaptık. Ta ki bir yamaçta izleri kaybeden kadar. Biraz dinlenmek için oturduk ve etrafta işaret aradık ama bulamadık. Bu arada çalıların arkasından gelen ses bizi kokuttu. Dinlendiğimiz ağaca çok yakın bir yerden geliyordu ses, "Tak tak tak...". Önce onu önemsemedik ve kıyıdan gitmek için aşağıya doğru indik ama bir süre sonra yolun bittiğini görünce daha fazla zorlanmayıp tekrar dinlendiğimiz ağacın altına döndük. Ses kesilmemiş hatta artmıştı. Kardeşim sese doğru gidip baktığında bir kaplumbağa gördü. Dalların arasına sıkışmış ve gövdesini yere vurarak bu sesi çıkarıyordu. Ve ne ilginçtir ki 1.5 saattir aradığımız iz kaplumbağanın hemen yanındaydı. Evet bu gerçek bir işaretti... Ve kendimizi bir kez daha şanslı hissedebilirdik. Sevimli dostumuzu kurtarıp ona şükrederek yolumuza devam ettik. 



(Selimiye)

OTOSTOP ÇEKTİK

Bozburun'a doğru gittikçe isminden de anlaşılacağı üzere bitki örtüsü zayıfladı, etrafımız boz bir renk alamaya başladı. Dağlarda gördüğümüz tek tük zeytin ağacı, makiler ve dikenli bodur bitkilerdi. Bozburun tekne, gulet tipi yat yapımı ile ünlenmiş bir yer ve balıkçılık yapılıyor turizmin yanında. Asfalt yola indiğimizde birçok tersane gördük. Yol bizi Bozburun, Selimiye kavşağına kadar götürdü. Buradan merkeze gitmek yerine minibüsle Selimiye'ye gitmeye karar verdik. daha önce yolum düştüğü için biliyordum çok güzel bir yerdi. Minibüs beklerken bir yandan da "Otostop çekelim belki duran olur" dedik. Yarım saat sonra bir araba durduğu Alman bir çift bizi arabalarına aldı. İngilizce konuşarak onların da Selimiye'ye gitmek istediklerini ama yolu bilmediklerini öğrendik. Artık bize emanetlerdi. 15 dakika sonra Selimiye'ye girmiştik. Teşekkür edip ayrıldık yanlarından ve kalacak bir aramaya başladık. Selimiye, kaldığımız yerlerin içinde en pahalı durağımız oldu. Şunu söylemeliyim ki denize yakınlığı ve temizlik açısından güzel bir oteldi. (Eylülde oda fiyatları da çok uygun oluyor.)






(Bozburun)

Otele yerleştikten sonra hemen otelin önündeki plajdan denize girdik. Deniz tüm yorgunluğunu alıyor insanı ve rahatlatıyor. Yolda ayaklarımıza batan dikenlere çok iyi geliyor. Allah'tan ayağımızda bot, tozluk ve pantolon var. Yoksa ne olur bilmem. Akşam yemeğini dışarıda yedikten sonra Selimiye'yi bir de gece gezdik. Gerçekten çok güzeldi. Tam bir sahil kasabası. Çok sayıda restoran ve otel var bölgede.
Odamıza dönüp güzel bir uyku çekip sabah yeniden yola koyulduk. Süpermarketler sabah 08.00'de açılıyor. Azalan erzağımızı tamamlayıp bir pastanede kahvaltı yaptık. Biz şelaleye gitmek için minibüs beklerken Marmaris'e gidecek olan pastanecinin güzel kızı bizi istediğimiz yere bıraktı. Şans bir kez daha yanımızdaydı.




ŞELALE HAYAL KIRIKLIĞI

Şelale görmek ümidiyle ormanın içine daldık. Hemen girişte ve yukarda şelaleye yakın yerlerde bir kaç işletme var. Doğa harikaydı ama şelale bizi hayal kırıklığına uğrattı. Su çok azalmıştı. Zaten aklınıza Karadeniz'deki, Kayseri'deki gibi şelaleler hiç gelmesin bile. Şelaleden çıkıp Eren dağındaki Kastabos Antik Kenti'ne doğru yola çıktık. Bilin ki bölgeye tepeden hakim bir yer var, orda bir antik kent bulma olasılığınız çok yüksek. Nitekim Kastabos ve Hydas Kalesi de öyleydi. Her ikisinin de manzaraları harikaydı ama iki yerden de geriye bir şey kalmamış. Sadece üst üste duran taş yığınlarına bakıp, "Bunları buraya nasıl getirdiler, böyle düzgün nasıl kestiler acaba?" diyorsunuz kendi kendinize. Kastabos, Karia dilinde "Tapınak düzlüğü" demekmiş. Burada da geçmişte bir Artemis tapınağının olduğu söyleniyor ama buna dair bir işaret bulmak güç. Her şeye rağmen Kastabos bizim için güzel bir mola yeri oldu. Yolumuz üzerinde bir kale ve mezar vardı.



(Kastabos)

Hydas Kalesi, Ege ve Akdeniz arasındaki deniz ticaret yollarını iyi kontrol altında tutan bir konuma sahip. Bu manzarada bir çay içmeden hiç bir yere gitmem açıkçası. Savunma duvarları ile çevrili yerleşim, kale ve kuzeybatı güneydoğu yönünde uzanan 6 km'lik bir dağ sırasının en dar yerinde kayalık bir sırt üzerinde kurulmuş. Akropol ve batısındaki yerleşim alanı yaklaşık 3.5 hektar bir alanı kapsamaktadır. Kent içinde bölgeye özgü basamaklı piramit mezar taşlarının kullanıldığı bir mezarlık alanı birçok sarnıç, yapı kalıntılarına ait temel izleri, bir kutsal alan, bir liman, piramit çatılı bir anıt mezar gibi kalıntılar bulunmaktadır. Kentte,  mimari teknik ve küçük buluntulara göre hellenistik, arkaik ve geometrik dönem izlerine rastlanmakta.



(Hydas Kalesi)

PİRAMİT ÇATILI MEZAR

Hydas Antik Kenti sınırları içinde bulunan Piramit çatılı anıt mezar Akropolün kuzeyinde vadi tabanından yaklaşık 35 metre yüksekliğinde inşa edilmiş. Vadiden ulaşılması zor bir kayalık yükselti üzerinde kurulmuş. Mezar odasının duvar örgüsü kaba işlenmiş poligon taşlardan oluşmakta. Uç noktası düzeltilmiş, dik piramit biçimdeki bir çatı, kübik mezar odasının tavanını örtmekte. Bu alan içinde M.Ö 4 ve 3. yüzyıllara tarihlenebilen okunması zor bir yazıt mezarın Diagoras adında bir savaşçıya ait olduğu düşünülüyor.
Günün özeti ise inanılmaz bir tarihe ve doğal güzelliklere sahibiz ama bu güzellikler yavaş yavaş elimizden kayıyor. Bir gün bu duruma çok üzüleceğimiz kesin.
 
 
 
Keşfetmenin hazzı 

(Orhaniye - Kızkumu- Hisarönü- Marmaris)
 
 
10 gün sürecek Karia yolculuğuna çıkmadan önce zihnimde tonla soru vardı. Sorular attığım her adımla cevap buldu, gördüğüm her yeni doğal güzellikle olumsuz düşünceler anlamını yitirdi, keşfetmenin hazzıyla duygularım değişip dönüştü. Zihnim yeni fikirlere açıldı. Yol alırken başarma duygusu içimi kapladı. Bazıları için sıradan görünebilir ama benim için bu yolculuk eğitici ve öğretici olmasının yanında bazı kalıplarımı kırmama, kendimi aşmama neden oldu. Biliyorum ki bu kalıpların oluşmasında çevremdeki insanların fikirlerinin de önemi büyüktü. Toplumsal yargılar ve yetiştirilme tarzımız bazen bizi yeniliklere kapatıyor. Bu nedenle farklı hayatlar ve yaşam tarzlarını görüp anlamak yerine bizler için seçilmiş belli şablonları yaşıyoruz. Küçük Prens kitabını okuyanlar ya da bugünlerde vizyonda olan animasyonunu seyredenler bu yazdıklarımı daha iyi anlayacaklardır.

DAHA FAZLA TANINMALI

Küçük Prens'in de anlattığı gibi çocukluğumuzu unutup adam olmaya çalıştığımız gün, hayallerimizi rafa kaldırıyoruz bir bakıma. Aslında bizi besleyen, yaşamı güzelleştiren onlar. Bu yolcuğu, çocukça ve gereksiz bulanlar aslında ne kaçırdıklarını hiç bir zaman bilemeyecekler. Dileğim Karia yolunun daha fazla bilinmesi ve daha çok ziyaretçi çekmesi yönündedir. 
Her şeye rağmen tüm yolcuğu göz önüne aldığımda asıl büyük işi başaran kardeşim oldu. O kafasına koyduğunu planı gerçekleştirdi. Ben de onun yanında yer alarak yaşanan zorluklara ve onlarla gelen güzel anlara ortak oldum ve yukarıda yazdıklarımı hissettim. O yüzden kardeşim Gürkan'a çok teşekkür ederim.



(Turgut köy)

KIRMIZININ HAKİMİYETİ

Yolculuğun 8. gününe gelindiğinde Selimiye'den Orhaniye'ye kadar birçok antik kentle karşılaştık. Aslında geçtiğimiz ve gördüğümüz yerler yüz yıllardır insanların kullandığı yollar üzerindeydi. Sadece doğa onları örtmeyi iyi biliyordu, biz de yeniden belirgin hale getirmeyi. Kastabos Antik Kenti'nde Turgut köyünü görmek, sonra ormanın içinden dolana dolana merkeze inmek güzeldi. Hava olağan üstü güzel, tabiat harikaydı. Terra Rossa yani kırmızı topraklar bölgeye iyice hakim olmuştu. Akdeniz iklim bölgesinde kalkerli araziler üzerinde oluşan bu topraklar, genellikle makiler ile kızılçam ormanlarının altında gelişiyordu. Kireçten, yıkanma olayı ile uzaklaşan toprakta demiroksit biriktiği için renk kırmızıya dönüyordu.



(Kızkumu)

Arkamızda kırmızı ayak izleri bırakıp Turgut köye vardığımızda çok yorulmuştuk. Orhaniye'ye minibüsle gidip hava kararmadan çadırımızı kurup, Kızkumu'nda denize girmeyi planlıyorduk. Zamanlamamız o kadar iyiydi ki sanki minibüs bizi bekliyordu. Hemen araca binip penceresinden doğanın güzelliklerini seyretmeye devam ettik. 15 dakika sonra Kızkumu'ndaydık. Bir marketin önünde inip biraz alışveriş yapıp sonra plaja yöneldik. Orhaniye köyündeki Kızkumu, Marmaris'e 30 kilometre uzaklıkta, yeşili ve mavisiyle cennet gibi bir yer. Denizin içindeki 600 metre uzunluğundaki ve ortalama 3 metre eninde kızıl kumlar, uzaktan bakanlara insanların deniz üzerinde yürüdüğü izlenimini veriyor. Kızkumu, mavi tur tutkunlarının da vazgeçemediği yerler arasında. Teknelerini Kızkumu'nun çevresindeki küçük koylara demirleyen gezi tutkunları, doğal güzelliklerin tadını çıkarıyor.






DAĞLARI İZLEMEK

Kumsala inip yerleştikten sonra denize girip yorgunluk atıp, bir de oradan baktık yolculuk ettiğimiz dağlara. Plajın son sakinleri de evlerine giderken karar verdiğimiz noktaya çadırımızı kurduk. Akşam saatlerinde rüzgar şiddetini artırdı ama gecenin ilerleyen dakikalarına doğru tüm etkisini yitirdi. Artık gece için süslenmiş bu plajı ve çevresindekiler seyretmenin tadı bir başka güzeldi.
Sabah balıkların suyun üzerindeki dansıyla uyandık. Onları izlerken kahvaltımızı yapıp toplanmaya başladık. Plajın ilk ziyaretçileri gelirken, biz bu güzelliği geride bırakarak Hisarönü'ne doğru yola çıktık. Yolumuz uzundu. 




ARILARIN SALDIRISI

Hisarönü'ne gelmeden gördüğümüz yüzlerce kovan bölgede arıcılığa verilen önemi gösteriyordu. Yolculuk boyunca birçok yerde kovan görmüştük, ormanda arıların sesleri ile yürümüştük ama hiçbiri bu bölgedeki kadar yoğun değildi. Yol üzerindeki kovanları sonu gelmeyince biraz paniğe kapılıyorsunuz ama sakin olmanızı ve başınıza bir tülbent geçirmenizi tavsiye ederim. Biz o tülbenti başımıza koymadığımız için bir ara saldıran arıların kurbanı olduk. Kardeşimi hemen kaşı ile gözkapağı arasındaki bir noktadan soktular. Ben de kulağıma giren bir arıyı öldürerek durdurabildim. Allah'tan 2 arı saldırmıştı. Daha fazla olsalardı ne olurdu bilmiyorum. O yüzden bu bölgeden geçen yürüyüşçülerin çok dikkatli olması gerekiyor. Ve bence arıcılar da yol kenarlarını kullanmak yerine kendilerine ayrılması gereken yerleri kullanmalılar. Böylece kimse zarar görmez.









SON KALE HİSARÖNÜ

Dağları aşıp Hisarönü'ne gelmek demek yolculuğun sonuna yaklaşmak demekti. Saatlerdir yoldaydık ve çok yorulmuştuk. Özellikle izleri kaybettiğimiz ve yeniden bulmak için çaba sarf ettiğimiz dakikalar bizim biraz daha fazla yorulmamıza neden olmuştu. Her şeye rağmen asfalta yola indiğimizde ve bir süre sonra plajı gösteren oka doğru yöneldiğimizde zamanlamamızın harika olduğunu gördük. Saat 17.15 gibi plajdaydık. Önce hemen deniz kenarında bulunan bir restoranda yemek yedik, sonra da denizin tadını çıkarıp çadırımızı kurduk. Bizim için fetih edilmesi gereken son kale de alınmıştı. Çadırımızın manzarası yine muhteşemdi.







Doyamadığımız denize bir gün sonra da girip, çıktıktan sonra toplandık ve Marmaris'e ulaşmak için yola koyulduk. Yeni dağlar, geniş vadiler ve ormanlar aştık. 10 günlük macera Marmaris'te son buldu. Arabamıza bindiğimizde keyfimize diyecek yoktu. Başarmıştık. Yeni yerler keşfetmek ve yeni maceralara atılmak için kardeşimle birbirimize söz verip Marmaris'ten ayrıldık, İzmir'e döndük.  
 
 
Kızkumu Efsanesi

Efsaneye göre Bybassos Kralı'nın kızı güzel prenses ile bir balıkçı birbirlerine aşık olurlar. Kız geceleri sahile çıkıp kandille balıkçıya işaret verir ve balıkçı da karşı kıyıdan sandalıyla gelerek buluşurlar. Kral bunu zaman içerisinde öğrenerek bir gece kızını takip ettirerek balıkçının denizden geldiğini, kızının kumsalda onu beklediğini, beklediği yeri de elindeki bir ışıkla balıkçıya haber verdiğini öğrenir. Kral askerlerine kızını kumsalda yakalayıp elindeki ışığı alarak balıkçıya işaret vermelerini ve balıkçıyı yakalamalarını emreder. Denilen yapılır. Balıkçı karşı kıyıdan ışığı gördüğü anda atlar kayığına, kürek çekmeye başlar. Kız askerlerin elinden kurtulup denizin ortasındaki delikanlıya doğru koşmaya başladığı anda bir mucize gerçekleşir ve kızın her adım attığı deniz anında kumsala dönüşür. Arkadan koşan askerlerin üzerlerindeki ağırlık onları suya batırdığı anda bir asker ok ve yayına sarılır. Amacı delikanlıyı vurmaktır ama ok kıza saplanır. Efsaneye göre de kumların rengi kızın kanıyla kırmızıya dönüşür. Delikanlı okla öldürülen prensesi alıp kayığıyla ortadan kaybolur ve bir daha ikisini de gören olmaz.
 

 
Yürürken aklıma gelen şeylerden biri Nazım Hikmet'in aşağıdaki şiiriydi, bir diğeri 10. Yıl Marşımız ve bir de Rocky filmlerinin müzikleri... Sanırım arada bir insanın gaza ihtiyacı oluyor...
 
YÜRÜMEK

Yürümek; 
yürümeyenleri 
arkanda boş sokaklar gibi bırakarak, 
havaları boydan boya yarıp ikiye 
bir mavzer gözü gibi 
karanlığın gözüne bakarak 
                              yürümek!..

Yürümek; 
dost omuzbaşlarını 
omuzlarının yanında duyup, 
kelleni orta yere 
yüreğini yumruklarının içine koyup 
                               yürümek!..

Yürümek; 
yolunda pusuya yattıklarını, 
arkadan çelme attıklarını 
                            bilerek 
                            yürümek...

Yürümek; 
yürekten 
gülerekten 
          yürümek... 
  

 

 


Yorumlar - Yorum Yaz
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.222232.3513
Euro35.110935.2516
Ne güzeldir,sessizlikte birlikte olmak
Daha da güzeldir, gülmek birlikte
Cennetin ipekten şalı altında
Yosunlara ve kayın ağaçlarına yaslanarak,
Kahkahamız kadar yüksek sesli olduğunu dosluğumuzun
Gösteriyor dişlerimizin beyazlığı.
F. Nietzche